Siz Cedric Durand, Jodi Dean, Mariana Mazzucato ve diğerleri gibi büyük teknoloji firmalarının algoritmalar eliyle sonsuz bir değer kaynağı gibi işlev gören veri imparatorlukları kuran kapitalizmin sınırlarını aştığını iddia eden çeşitli yazarlardan birisiniz. 2023 tarihli Teknofeodalizm kitabınızda, erken modernizm döneminde üretimin baskın dinamiği olarak üretken sermayenin toprağın yerini alması gibi erken 21. Yüzyılda da üretken sermayenin yerini ‘bulut sermaye’ alarak yeni bir birikim rejimine geçiş işaret ettiğini iddia ettiniz. Neden bulut sermayenin diğer sermaye biçimlerinden niteliksek olarak farklı olduğunu düşünüyorsunuz? Tarihsel evrimi nasıl gelişti?
Öncelikle izniniz olursa kısa bir giriş yapmak isterim. Teknofeodalizm post kapitalist sistemin post Marksist analizi değil. Çağdaş sermayenin hareketlerinin tamamen Marksist bir analiziyle neden son derece köklü bir mutasyon geçirdiğini açıklama çabası. Tabii ki geçtiğimiz yüzyıllarda sabit sermayenin karakteri balık oltası ve basit aletlerden kompleks sanayi mekanizmalarına evrildi, ancak hepsi temel bir özelliği paylaşıyordu: üretim araçları olarak yaratılmaları. Ancak şu anda üretmek için değil, davranış manipülasyonu için tasarlanmış sermaye mallarımız var. Bu büyük teknoloji firmalarının milyarlarca insanı çoğunlukla farkına bile varmadan ücretsiz emek icra etmeye yönlendirerek bulut sermaye stoğunu tazelediği diyalektik bir süreç içerisinde gelişiyor. Bu temelden farklı bir toplumsal ilişki biçimi.
Peki nasıl gelişti? Her zamanki gibi teknolojideki istikrarlı, kademeli niceliksel değişimler belli bir noktada daha büyük bir niteliksel değişim getirdi. Ön koşulları iki şekildeydi. İlki internetin, ilk haliyle ‘internet müştereklerinin’ özelleştirilmesi. Online para transferi için ya bankanıza ya da Google, Facebook gibi bir platforma kim olduğunuzu doğrulamanız gereken bir an geldi. Bu tamamen farklı bir çevreleme biçimi, siber alanın piyasalaştırılması ve yeni özelleştirilmiş dijital kimliklerin yaratımı. Bir diğer faktör de 2008 finans kriziydi. Onun yıkımıyla başa çıkabilmek için kapitalist devletler 2009 ile 2023 arasında 35 trilyon dolar basarak özel sektör yerine merkez bankalarının itici güç haline geldiği bir parasal genişleme dinamiği yarattı. Devletler ayrıca tüm batıda evrensel kemer sıkmalar uyguladı, bu da yalnızca tüketimi değil üretken yatırımı da bunalttı. Yatırımcılar bu gelişmelere gayrimenkul varlıkları satın alarak ve parayı büyük teknolojiye yatırarak karşılık verdi. Dolayısıyla doğal olarak bu ikincisi merkez bankası nakit akışını sermaye mallarına dönüştürebilen tek sektör haline geldi. Rezervleri o kadar güçlendi ki sahiplerine davranış etkileme ve rant elde etme gücü vererek kapitalist sistemin geleneksel işlevlerinde bir kırılma yarattı. Ve bu tamamen kaza eseri oldu: teknoloji şirketlerinin bile niyetlenmediği, istenmeyen sonuçlara dair klasik bir örnek.
Tabii ki, post kapitalist bir döneme girip girmediğimizi kapitalizm kavramsallaştırmamız belirler. Robert Brenner’in kapitalizmi emeğin baskılanması ve dolayısıyla sermaye birikiminin de her şeyden önce ekonomik güçler tarafından yönetilmesi olarak açıklaması, sebebi ister tekelleri koruyan ve kârları yukarı çeken kaba siyasi güç olsun isterse de algoritmik kontrol biçimleri olsun, mevcut birikim modeli içerisindeki ‘ekonomi-dışı’ baskıların öne çıkması sebebiyle güncel durumun ‘teknofeodalizm’ ya da ‘politik kapitalizm’ olarak tanımlanmasına sebep oluyor. Ancak örneğin Morozov gibi farklı isimler ise kapitalizmin her zaman ekonomi ve ekonomi-dışı boyutlar arasında kompleks bir etkileşimi içermesi sebebiyle bunu çok sığ bir yaklaşım olarak eleştiriyor. Buna dair ne söylersiniz?
Brennerci değilim. Kapitalizm anlayışım onu iki büyük dönüşüme dayandıran Marx’tan geliyor: bu kapsamda gücün toprak sahiplerinden makine sahiplerine geçişi ve rant biçimindeki zenginlik birikiminden kâr biriktirmeye geçiş. İlki sonu görünmeyen bir metalaşma sürecini ve piyasanın hayatın tüm alanlarında kesintisiz genişlemesini yarattı. İkincisi kapitalistin emek üzerinden el koyduğu, kira, faiz ve diğerleri ödendikten sonra elde kalan toplam artı değeri kutsallaştırdı ve yatırımın temel hedefi haline getirdi. Benim kapitalizmin ötesine geçtiğimiz yönündeki kanaatim çok basit bir gözleme dayanıyor: Eğer Amazon.com’a bakarsanız, bunun bir piyasa olmadığını görürsünüz. Bir dijital ya da bulut derebeyliği. Eskinin derebeyliklerinin de belli karakteristiklerini taşıyor: Etrafı sur duvarlarıyla çevrili, tek bir ‘Lordun’ sahipliğinde, vb. Ancak toprak ve basit çitler içeren modern öncesi yapıların aksine, bulut derebeylikleri bulut sermaye üzerine inşa edilmiş ve sofistike bir ekonomik planlama sistemi ile çalışıyor: Sovyet planlama bakanlığı Gosplan’ın ıslak rüyalarında görebileceği türden bir algoritma.
Sibernetiklerin Sovyetler Birliği’nde geliştirildiğini unutmayalım. Algoritma terimini, ihtiyaçlarla araçları eşleştirecek farklı bir metot olarak, piyasaların yerini alacak sibernetik bir mekanizma anlamında kullanmışlardı. Eğer Gosplan Amazon algoritmasının teknolojik gelişmişliğine sahip olsaydı SSCB uzun vadeli bir başarı hikayesine dönüşürdü. Bugün ise algoritmalar büyük ölçüde toplumun faydasına bir planlama için değil, sahiplerinin bulut rantının maksimizasyonu için kullanılıyorlar. Bulut sermayenin ve oluşturduğu bulut derebeylerinin yeniden üretimi yalnızca piyasa rekabetini değil piyasanın kendisini yok ediyor. Dolayısıyla geleneksel kapitalist sektör (fabrikalar, vb.) tarafından üretilen artık değeri, bulut sermaye sahipleri bulut rantı olarak el koyuyor. Dolayısıyla, kâr marjinalize olurken, zenginlik birikimi giderek daha fazla bulut rant yaratımına bel bağlıyor.
Siz her ne kadar kapitalizm emeği metalaştırmış olsa da teknofeodalizmin onu meta olmaktan çıkardığını yazdınız. Büyük teknoloji firmaları emek piyasasının dışında ortaya çıkan bir sömürüye dayanıyor, veri toplama ücretli emeğin yerini alıyor. Ancak toplumsal yeniden üretim teorisyenleri buna karşılık olarak kapitalizmin her zaman benzer bir şeyi yaptığını, emeğin parasallaştırılmamış biçimlerinden değer çıkarıldığını söylemeyecek midir?
Ücretlendirilmeyen bakım emeğinin kapitalizm açısından uzun zamandır temel önemde olduğu doğru. Ancak ben bulut sermayenin geçmişin ücretli emeğini meta olmaktan çıkardığını söylerken, tamamen farklı bir şeyden bahsediyorum. Burada ödenmemiş ücretsiz emek, daha önce görülmemiş biçimde sermayeyi doğrudan üretiyor. Ataerki sebebiyle ücreti ödenmeyen bakım veren, kapitalist ekonomide artı değerin paylaşımı sürecini yumuşatıyor, ancak doğrudan sermaye üretmiyor. Kapitalizmde, sermaye yalnızca ücretli emek tarafından üretilir. Eğer bir tekstil sanayicisinin buhar makinesine ihtiyacı var, gider James Watt’tan bir tane ister ve Watt da bunu üreten işçilerinin emeğine sahip olmak için gerektiği kadar bir ücret öder. Meta gibi bir şirkette ise sermaye rezervlerinin çoğu çalışanları tarafından değil büyük ölçüde kullanıcıları tarafından üretilir, ücret ödenmeyen, ‘bulut serfleri’ diyebileceğimiz kişilerin algoritmalarla temasa geçip bedavaya çalışarak bu algoritmaların kapasitelerini artırıp, diğer modern zaman bulut serflerini cezbetmeleri biçiminde. Bu sebeple bulut sermayenin, sermayenin yeni bir gerilime doğru mutasyonuna işaret ettiğini ve tarihte ilk kez üretilmiş üretim aracı olmadığını iddia ediyorum. Bunun yerine, üretilmiş bir davranış değiştirme aracına dönüştü: tamamen değilse ve büyük oranda ücretsiz emekle üretilen bir araç.
Teknofeodalizm hipotezi rant ve kârları yapısal olarak birbirine zıt görür, ilki ikincisinin yerini alarak oligarklaşma ve durgunluğun yerini kapitalist dinamizm ve yenilik alır. Ancak Marx rant arayışının her zaman üretken gelirleri nötralize etmediğini, aksine kapitalizmin erken döneminde tam zıttı bir biçimde kapitalistlerin üretici güçleri geliştirmesine teşvik ettiğini söyler. Benzer bir şekilde bulut rantlarının da kapitalist kârlılığı boğmak yerine iyileştirebileceğini söyleyebilmek mümkün mü? Ya ikisi arasındaki ilişki düşündüğünüz kadar düşmanca değilse?
Marx rant arayışının gelişimi ilerletebildiğini fark etse de Ricardo’nun eğer toplam gelirin belli bir oranı olarak bir eşiği geçerse kapitalist büyümeyi engelleyeceğine dair iddiasına katılıyordu. Bugün, bulut rantları bu etkiyi yaratabilecek kadar yükseldi. Hatta, borsadan bulut rantıyla büyüyen şirketleri çıkarırsanız, tüm değerlerin çökeceğini iddia ediyorum. Daha mikroekonomik seviyede, Amazon platformunda satılan bir ürünün fiyatının %40’ı kadarını kendine mal ediyor. Bu satıcıya yeniden yatırım yapabilecek kadar bir artı değer bırakmıyor. Ekonomiden, döngüsel bir gelir akışından bu kadar fazla rant çekerseniz, kapitalist sektör yoksunlaşır ve giderek daha fazla bulut rantı sektörüne tabi hale gelir. Kapitalist sektörün yok olacağından değil, değer emek teorisinden anlaşılacağı şekilde hala kritik bir rolü var, ekonomide üretilen tüm artı değerin kaynağı. Ancak bu parazit aşırı büyümeye kıyasla görece küçük, öyle büyüdü ki nicelik nitelik oldu ve tüm sistemi dönüştürdü.
Şu an dünya ekonomisinin bel bağladığı dijital altyapının sahibi olan büyük fikri tekelcilerin çoğu ABD merkezli. Bu her ne kadar çok kutuplu bir düzenin yükselişinden bahsedilse de Amerikan imparatorluğunun sağlığının yerinde olduğuna işaret olabilir. Ancak siz Çin’in Silikon Vadisinin yapamadığı bir şeyi başardığını, büyük finansın diğer bölümleriyle bulut sermayesini başarılı şekilde birleştirebildiğini yazdınız. İki güç arasındaki Yeni Soğuk Savaş açısından bunun etkileri ne olur?
Bana göre, şu an iki kutuplu bir düzen içindeyiz. Çin’in istediği bu değil. Çin Komünist Partisi hakkındaki en acayip şeylerden biri, dünyayı yönetmek de en büyük hegemonik kutbun karşısındaki ikinci kutup olmak da istemiyorlar. Arzuları Çin’i ve kaybettiklerini düşündükleri Hong Kong, Tayvan gibi bölgeleri yönetmek ve diğer ülkelerle serbestçe ticaret yapabilmek. Ticaret ortaklarıyla gücü paylaşabilecekleri çok kutuplu bir dünyayı samimi olarak istiyorlar, ancak bunu başarabilmenin tek yolu büyük finansla uyumlu bir biçimde teknoloji sektörlerini kullanarak BRICS ile bir tür Bretton Woods sistemi yaratabilmek. Bu da Yuan tarafından desteklenecek ortak bir para birimi ve sabit döviz kurları gerektirir. Bu 1944’te Bretton Woods Konferansında yeni dünya düzenini planlayan Yeni Düzencilerinkine denk büyüklükte bir proje olur. Hindistan ve Çin arasındaki ciddi gerilime baktığımızda BRICS’in geri kalanının buna hazır olmadığını anlayabiliyoruz. Küresel Güneyin büyük çoğunluğu da böyle bir çok kutuplu düzene hazır değil. Çin liderliğinin kendisi de çok isteksiz. Ancak bu yönelimi zorlamaya başlamazlarsa iki kutuplu ABD-Çin dünyasında sıkışacak ve bunun tüm risklerini göğüslemek zorunda kalacaklar.
Ancak devletin yatırımı yönlendirme ve paylaştırma konusunda aktif rol oynadığı bir piyasa sistemine sahip Çin modeli, Büyük teknolojinin ekonomi planlamasında hegemonik güç haline geldiği iddiasını zayıflatmıyor mu? En azından teorik anamda Batı ülkelerinin ekonomik durağanlık ve iklim krizinin etkileriyle mücadele ettikçe yeni-devletçi çözümlere daha fazla yaklaşacakları ihtimali var. Bu bulut rantiyeciliği için ne anlama geliyor?
Batı ülkelerinde devletin rolünü fazla küçümsediğimizi, Çin’de ise fazla büyüttüğümüzü düşünüyorum. Çin’e son ziyaretimde Çin değerlerini ve etkisini vurgulayan birçok cesur fikir özel sektörden geliyor, devletse daha tereddütlü. (Ayrıca ülkede çok olmasa da Marksistlerin çoğu özel sektörde). ABD’de, Eric Schmidt ve Peter Thiel gibi isimler devletle iç içe: Pentagon, ilaç sınai kompleksiyle iç içe. Julian Assange halen Ekvador elçiliğinde yaşadığı dönemde Google Wikileaks ile Tanıştığında başlıklı küçük bir kitap yazdı, herkese tavsiye ederim. Kitap kendisi ve Schmidt arasında bir diyalog şeklinde ve enteresan olan, Schmidt konuştuğunda onun Google’in mi yoksa ABD’nin mi adamı olduğunun anlaşılması imkansız. Dolayısıyla, batıda devletin piyasadan ayrı olduğu ve belki şimdi bir rol oynaması gerektiği fikri bir liberter kurgu. Birbirlerinden ayırabilmek her zaman imkansızdı. Ve batıyla doğuda bu birleşik formları karşılaştığınızda, dikkate değer bir benzerlik göreceksiniz.
Elon Musk Twitter’i aldığında, bunun bulut rantiyecilerinin altın halkasına yükselme girişimi olduğunu yazdınız. Siyasete girişi için de aynısı söylenebilir mi? Kimi eleştirmenlerin dediği gibi, Amerikan egemen sınıfı açısından, yatırımlarının karşılığını garanti edebilecek siyasal güç araçlarına erişimi satın almak mecburi mi?
Bunun tamamen mecburi olduğunu düşünmüyorum. Jeff Bezos bunu yapmadı. Washington Post gibi farklı etki kanalları kullanıyor. Google yönetiminin Federal Ticaret Komisyonunun olası denetleme girişimlerinden kaybedeceği çok şey olsa da siyasete girmek için pek de çaba harcamadıklarını görüyoruz. Musk iki sebepten ayrışıyor. İlk olarak, kararları illa spesifik maddi çıkarlara dayanmayan gösterişli bir megaloman olması. İkincisi ise bulut sermayeyle görece zayıf bir bağı olması. Tesla, Neuralink, Boring Company gibi şirketleri hep eski usul kapitalist şirketler. SpaceX bile ironik şekilde karasal sermaye üzerine kurulu. Hedefi bunları bulut girişimlerine dönüştürmek. Bu yüzden Twitter’i satın aldı: kâr etmeyi hedeflediği geleneksel bir yatırımdansa senin, benim hepimizin arasında bir ara yüz oluşturmak, başkalarının sahip olduğu ama onun sahip olmadığı türden bir arayüz. Buna görece vahşi bir şekilde sahip oldu ve şirket birden piyasa değerinin yarısını kaybetti. Ama bu tam Musk’lık bir durum: şirketlerinin piyasa sermayelendirmesi bir anda zirveye çıkıyor, bir anda ise her şeyi kaybedecek gibi görünüyor.
Trump yönetimine girmesi ise belli başlı imtiyazlar isteme meselesi ki bunun çok da iyi sonuçlanacağından emin değilim. Bir günde sürücüsüz arabaların denetiminin gevşetilmesi ihtimali Tesla’ya General Motors, Volkswagen, Stellantis ve Mercedes-Benz’in toplam sermayesi kadar ek sermaye değeri getirecektir. Dolayısıyla kendisi için iyi bir dönüt. Ancak tek sebebi bu olamaz. Ayrıca ideoloji de önemli bir etken: Bezos ya da Gates’in aksine, iyilik gücü olduğunu düşünüyor. Bu ise istisnai bir sanrı.